Hız Testi

Başla

Göl Çocukları

Küçük çocuklar, köpekleri ile gölün kenarına dizilirler. Her birinin elinde özel olarak yapılmış küçük birer tahta parçası vardır. Bu tahta parçaları göle fırlatılır. Sonra da köpeklere “fırla!” diye bağırılır. Köpekler hızla göle dalar ve sahiplerinin attığı tahta parçasına doğru yüzerler. Yakalayınca da yine hızla sahiplerinin yanına dönerler. Birinci olan köpeğin ödülü kemik, sahibinin ise şeker ya da mendil gibi şeyler olurdu. O gün yine yarış vardı. Yaz sıcağında bundan iyi eğlence yoktu. Yedi yarışmacı köpek, on-on beş yaşlarındaki sahipleri İle birlikte sıralanmışlardı. Köpeklere sık sık tezahürat yapılıyordu. Duygu İsimli siyah saçlı, kara gözlü, güler yüzlü, dolgun yanaklı on iki yaşındaki güzel kız da ismi Arap olan köpeği desteklemek için oradaydı. Çünkü Arap hem arkadaşı Selçuk'un köpeğiydi hem de kendisinin de elinde büyümüştü. Herkes yarışın başlamasını bekliyordu. Temel tam başla diyecekti ki bir yabancı plakalı araba gelip yanlarında durdu. İçinden az buçuk Türkçe konuşan bir Alman indi ve muhtarla konuşmaya başladı. Alman'ın ismi Kurt Goldman'dı. Alman'a yarışma hakkında bilgi verdiler. Alman ilk defa böyle bir yarış gördüğü için şaşkına dönmüştü. “Ödül ne veriyorsunuz?” diye sordu. Ödülleri duyunca da “Benden birinciye 500, ikinciye 300, üçüncüye 150 lira” dedi. Olmaz dedilerse de ısrar üzerine kabul edip duyurdular. Şimdi yarış daha bir önem kazanmıştı. Muhtar hariç, başta Alman olmak üzere kimse yerinde duramıyor, hoplıyor, zıplıyor, bağırıyordu. Yarışı Arap birinci, Çomar ikinci, Tarzan üçüncü bitirdiler. Herkes Selçuk'u tebrik ediyordu. Göl büyüktü. Muhtar köye çok şey kazandırmıştı. Ama gölden yeterince faydalanılamıyordu. Örneğin balıkçılık yapılabilirdi. Turistik yönü ön plana çıkarılabilirdi. Alman turist Kurt Goldman tesadüfen buraya gelmişti. Duygu ile Selçuk, gölün kenarında geziyorlardı. Son dört beş gündür, Alman'ın gölü mesken tuttuğunu, saatlerce gölde kaldığını görünce merak ettiler. Kayığa binip yanına gitmeye kara verdiler. Selçuk, bir not yazarak Arap'a verdi ve eve götürmesini söyledi. Duygu ile beraber gölde sandal gezisine çıktıklarını, döneceklerini, Duygu'nun ailesine de haber vermelerini yazmıştı. Kayığa binip, kürek çeke çeke, Alman'ın kayık botunun yanına geldiler. Alman görünürde yoktu. Biraz daha ilerleyince, kayığın yanında başını gördüler. Sonra Goldman sırtındaki asılı olan oksijen tüpünü ve yüzündeki maskeyi çıkarıp bota koydu. Sonra, çocuklara “Merhaba çocuklar, burada ne işiniz var böyle?” diye sordu. “Gezmeye çıktık. Sizin de hatırınızı soralım dedik.” Alman, “İyi yapmadı siz, sanırım fırtına çıkacak.” dedi. Bu sırada rüzgar hızlanmış, göl çalkalanmaya başlamıştı. Bulutlar bütün göğü kaplamıştı. Küreklere asıldılar. Kurt Goldman da botunun küreklerini çekiyordu. Duygu çok korkmuştu. Selçuk ise bir yandan onu teskin ediyor, diğer yandan da hızlı hızlı kürek çekiyordu. Sonunda bir dalga kayığı ters çevirdi. Selçuk Duygu'ya sandala yapışması için seslendi. Alman durumu görmüştü fakat koca dalgalar yüzünden güç bela ilerliyordu. Sonunda başardı ve kıza ulaştı, hemen bota çekti. Kız bayılmıştı Alman, Duygu'ya ilk yardımı yaptı. Duygu sonunda gözlerini açtı. Sonra botu Selçuk'a doğru sürüp, onu da bota aldı. Artık kurtulmuşlardı. Kıyı ana baba günüydü. Yüzlerce kişi gölün kenarında birikmişti. Herkes Alman'a teşekkür ediyordu. Duygu İle Selçuk bir ağacın altında oturmuş Duygu'nun evden getirdiği gazeteyi okuyorlardı. Göllerin altında uygarlık var, haberi Selçuk'un dikkatini çekti. Haberi dikkatlice okudular. O zaman kendi göllerinin altında da uygarlık olabileceğini düşündüler. O zaman bu Alman, sık sık suyun altına girip ne arıyordu? Yoksa bu Alman bir tarihi eser kaçakçısı mıydı? Bu kadar iyiliksever bir insandan yanlış bir şey beklemiyorlardı, ama ortada da bir tuhaf durum vardı. İşin aslını iyice anlamadan kimseye bir şey söylememeye karar verdiler. Evet Alman iyi bir insandı ama diğer taraftan da vatan sevgisi vardı. Bu nedenle, Alman'ın kaldığı çadırı aramaya karar verdiler. Çadırda en ufak bir iz bulamadılar. Fakat Alman durumu anlamış ve muhtara bildirmişti. Muhtar çok sinirlendi ve üzüldü. Alman, bir şeyinin kayıp olmadığını, ancak bundan sonra bir nöbetçi çocuk istediğini söyledi. Temel'e bu görevi verdiler.Muhtar işin peşini bırakmayacaktı. Selami Çavuş'a bu işi soruşturması emrini verdi. Selami Çavuş, deneyimli bir jandarmaydı. Kısa zamanda Duygu ile Selçuk'un bu işi yaptıklarını buldu. Kimseye bir şey söylemeden durumu muhtara bildirdi. Babalarını çağırdılar. Onlara göre çocuklarının böyle bir şey yapmaları mümkün değildi. Çocuklar getirildi. Kabul ettiler. Babaları çok ama çok hiddetlen diler. Muhtar ve Selami Çavuş engel olmasaydı, çocukları dayaktan Öldürebilirlerdi. Selçuk ağlayarak “Biz oraya hırsızlık için girmedik ki” dedi. “Alman'ın tarihi eser kaçakçısı olduğundan şüphelendik. Yurt ve millet sevgisi için bu işi yaptık, bulamayınca da kimseye bir şey söylemedik” dedi. Herkes rahatlamıştı. Muhtar çocuklara kendisine haber vermedikleri için sitem etti. Kurt Goldman herkese iyilik yapıyordu. Yine bir yarış oldu, bu sefer de Arap kazandı. Alman aynı para ödüllerini vermişti. Selçuk yine okula bağışlayınca, bu sefer izin vermemiş, okula da ayrıca 500 yüz lira bağış yapmıştı. Köyde Alman'ı sevmeyen yoktu. Herkese iyilik yapıyordu. Selçuk'un içinde ise halen bir kuşku vardı. Duygu'nun da. Duygu bir gün subay dedesinden kalan dürbünü getirmişti. Bununla sağa sola bakmaya başladılar. Tabi ki göle de. Goldman'ın botu uzaktan bir nokta gibi görünürken, dürbünle bakınca gayet yakında gibi duruyordu. Alman sudan çıktı. Fakat yine de her şeyi net olarak göremediler. İlerideki Kestane Burnu'na giderek, oradan izlemeyi kararlaştırdılar. Kestane Burnu'na tırmanmak kolay değildi. Çocuktular, çeviktiler. Nihayet burnun ucuna vardılar. Buradan dürbün süz dahi her şey çok net görünüyordu. Kurt Goldman'ın kendilerini görebilme ihtimaline karşı bir ağacın üzerine çıktılar. İzlediler, izlediler. Alman, suya girdi, aradan uzun zaman geçti, çıktı, hiçbir şey yok. Boşu boşuna yorulmuşlardı. Yine de izlemekten vazgeçmemeye karar verdiler. Üçüncü gün pazardı. Aileleri onların koyun otlatmaya gittiklerini zannediyorlardı. Onlar ise çoktan gelmiş ve ağaçta mevzilenmişlerdi. Alman her zamanki gibi daldı çıktı, daldı çıktı. Biraz oyalandıktan sonra botuna çıktı. Botu ile daireler çiziyordu. Beş dakika sonra sahile yöneldi. Bu saatte dönmemesi lazımdı. İyi bakınca, suyun üstünde bir başka cisim gördüler. Çok baktılar ama ne olduğunu anlayamadılar. Duygu dedi ki: “Bu adam aradığını buldu. Oraya da işaret koydu. Gece gelip bulduğu şeyi alıp gidebilir.” O zaman o şeyin ne olduğunu öğrenmeleri gerekiyordu. Hızla kıyıya koştular. Duyguların kayığına atlayıp, kürek çekmeye başladılar. Cismin yanına yaklaşmışlardı ki, Kurt Goldman'ın kendilerine doğru hızlı bir şekilde geldiğini gördüler. Adam, hızlı hızlı kürek çekiyor, bir yandan da çocuklara “ne işiniz var orada, çabuk dönün” diye bağırarak sesleniyordu. Selçuk hızlı bir şekilde düşündü ve şöyle söyledi: “Hata yaptık. Alman bizi gördü. Onu şüphelendirme meliyiz.” Ve kayığı Alman'a doğru çevirerek ilerlediler. Alman'ın rahatladığı her halinden belli oluyordu. Selçuk, “hava çok güzel, sandal gezisi yapıyorduk” dedi. Alman, “Anneniz babanız bilmiyor değil mi? Şimdi beraber gidelim. Ben sizi otomobille köye götürürüm.” Böyle iyi bir adamdan şüphelendikleri için kendilerinden utanır oldular. Ama bir yandan da akılları sudaki o tahta parçasına benzeyen nesne deydi. Sudan çıktılar. Alman'ın çadırına geldiler. Alman onları saatlerce oyaladı. Gün batmasına yakın, otomobile bindirip, köyün içine kadar götürdü. Anne ve babalarına da “kendisinin misafirleri olduğunu” söyledi. Babaları yine çok kızmıştı. Ama Selçuk ısrarlıydı. Mutlaka işin içinde bir iş vardı. Çocukların ısrarı neticesinde durumu muhtara bildirmeye karar verdiler. Alman muhtarı daha Önce bulmuş, onu göle karşı içki içmeye, Ahmet'in lokantasına davet etmişti. Tabi diğer ileri gelenleri de. Ahmet'in lokantasında Jandarma Karakol Komutanı, Selami Çavuş, İhtiyar Heyeti Üyeleri, Öğretmen. Hüseyin Ağa ve başkaları… Güle eğlene yenilip, içiliyordu. Alman çok neşeliydi. Selçuk'la Duygu'nun babaları, lokantanın kenarına gelip durumu görünce muhtarı dışarı çağırıp her şeyi anlattılar. Muhtar “olmaz öyle şey” dedi. Çaresiz evlerine döndüler. Çocuklar da çok üzüldüler, ancak elden ne gelirdi. Yattılar. Selçuk'un gözüne uyku girmiyordu. Bir yandan da Arap'ı düşünüyordu. Arap, sahilde baygın yatıyordu. İyi yetişmiş bir köpek olduğu için, aklı fikri, gölün ortasındaki tahta parçasında kalmıştı. Böyle tahta parçalarını az mı getirmişti? Alman'ın gölün ortasına bıraktığı tahta parçasını da Selçuk'un attığını sanıyordu. Bu yüzden “gel, geri don” seslerine itibar etmemiş, o tahta parçasına doğru yüzmüştü. Fakat, bu sefer işi zordu. Ağzına aldığı cisim, iple, aşağılarda bir şeylere bağlı olduğunda, bir türlü ilerleyemiyordu. Ama kararlıydı. Ne olursa olsun sahile çıkacaktı. Ağzındaki cismi, bağlı olduğu cisimle beraber sürükledi, sürükledi. Bu yüzden karaya çıktığında yorgunluktan bayılmıştı. Ağzında düşen tahta parçası ise göl üzerinde gidip gidip geliyordu. Lokantada içkiler su gibi İçilmiş, saat gecenin on ikisine yaklaşmıştı. Bir ara Öğretmen Tuğrul, Alman'a su altı çalışmaları hakkında bilgi vermesini söyleyince… “Suyun altı çok güzel, ilginç şeyler var, ben kitap hazırlayacak…” Muhtar lafa atıldı, “Çocuklar senin daldığın yerde bir şey görmüşler, neydi o ”Alman heyecanlandı, “Ne görmüşler, ben bir şey bilmiyor” dedi ve arkasından ekledi: “Ne oldu sizin ortaokul işi? Ben gidecek size yardım edecek, ben çocukları çok seviyor.” Evlerine geldiklerinde Selçuk'un babası, oğlunu iyice azarladı. Selçuk çok üzülmüştü. Artık hiçbir şeyle ilgilenmeye karar verip, derin uykulara daldı.